22 Haziran 2020 Pazartesi

DÜNYA'DA TERÖR ÖRGÜTLERİ -2-

DÜNYA'DA TERÖR ÖRGÜTLERİ -2-



HİZBULLAH

Genel anlamda şiddet içerikli Şii İslamcı örgüt olarak tasvir edebiliriz. Fakat yazımın bir önceki kısmında da belirttiğim gibi,
kimi ülkelerin terör örgütü olarak tanımladığı oluşumlar kimi ülkelere göre bir kurtuluş hareketi olarak da tanınabilir.
Farklı ülkelerde kolları bulunan Hizbullah'ı, bulunduğu ülkeye göre; terör örgütü olarak tanınıp tanınmaması tamamen ülkelerin dahili ve harici
menfaatleriyle ilişkilidir. Örnek vermek gerekirse Afganistan-SSCB arasındaki harpte, SSCB'ye karşı direnişte bulunan EL-Kaide batılı devletler tarafından kahraman ilan edilmişti.
Günümüzde ise neredeyse çoğu dünya devletleri El-Kaide'yi terör örgütü olarak tanımaktaydı
Hizbullah'ın derinine nüfuz edecek olursak, Öncelikle 1982 yılında Lübnan'da kurulduğunu belirtelim. Sivil, siyasi, askeri kanatlarıyla kuruluş amacı 1982 yılında önce İsrail'i Lübnan'dan çıkarmak,
Daha sonra ise tamamen İsrail'i yok etmektir. Kökenini Şii mezhebine mensup müslümanlar oluşturduğu için yani mezhep kardeşliğinden doğan ciddi bir dayanışma kurulmuştur.
Humeyni'nin İran devrimini de mezhep kardeşleri olarak Lübnan'da yayma gayretine girmişlerdi. Böylelikle hem kendi propagandalarını sağlayacak hem de arkalarında güçlü bir destek barındıracaklardı.
Lübnan'da sivil halk tarafından bir sempati oluşturulsa dahi siyasi kolu yeterince desteklenmemiş ve ileride birleşip Ulusal Birlik'i kuracakları EMEL Hareketinin ardında kalmışlardır.
Birleşik Devletlere ait birçok kışla baskını ve Lübnan'da öldürülen ABD askerlerinden bizzat sorumlulardır. ABD'nin bölgeden çekilmesini sağlasalar dahi Suriye ordusu Lübnan'da kalmıştır.
Günümüzde ise yaklaşık bir ay kadar önce Hizbullah'ın faaliyetleri Avrupa'da en etkin oldukları ülke olan Almanya'da yasaklandı. Birçok camiye ve cami yönetiminden sorumluların evlerine da baskın yapıldı.
Bu durum İran tarafından şiddetle kınanıp, siyonistleri desteklemek olarak değerlendirirken ABD ve İsrail cephesinden ise takdirle karşılandı.
Hizbullah'ın Türkiye kanadı hakkında daha sonra geniş bir yazı yayınlayacağım. Hizbullah kısmını faili meçhul cinayete kurban giden, Uğur Mumcu ile aynı gün suikaste uğrayan, Hizbulllah'a büyük darbeler vuran halk kahramanı merhum Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ı rahmetle anıyorum.

BOKO HARAM

Nijerya’da kurulan şeriat yanlısı terör örgütü olan Boko Haram’ın ismi, batılı tarzda eğitimin haram olduğu anlamına gelmektedir. Örgüt, silahlı radikal İslamcı bir terör örgütüdür. 2002’den bu yana Nijerya’da en az 20 bin insanın ölümünden sorumlu olan örgütün takribi 10.000 den fazla üyesi olduğu tahmin ediliyor. Yapılan eylemlerden yola çıkıp bir çıkarım yapmak gerekirse akıllara ‘Gerçek İslam bu mu?’ sorusu geliyor. Zira çocuk yaşlı, erkek kadın demeden Nijerya’da Hristiyanları katleden terör örgütünün amaçlarından dahi ne kadar saptıkları apaçıktır. Yaptıkları namertçe ve kan donduran eylemlerinin arkasında İslam’ı kötü gösterme emelleri güden birtakım güruhlar bulunduğu düşünülse de birçok İslam ülkesi Boko Haram’ı terör örgütü olarak tanımamaktadır. 

Kamplarında bir okul ve cami bulunurken, civar ülkelerden de çocukların kamplarına götürüldüğü biliniyor. 2008-2009’lu yıllarda olayların hiddeti ve sıklığı öylesine arttı ki tesir alanındaki şehirlerde kaçmalar yaşandı hatta kaçan insanların sayısının 2 milyon civarında olduğu belirtiliyor. 2009 yılında cereyan eden ve Boko Haram’ın sonunun geldiğini düşündüren olayda liderleri Muhammed Yusuf yakalanıp gözaltındayken televizyona çıkarıldı ve kurşuna dizilerek öldürüldü. Lakin örgüt dağılmadı günümüzde dahi kundaklama, cinayet, alıkoyma, yağmalama gibi eylemlerle zaman zaman gündeme gelmektedirler. 

Yaşanan olayları da 2011 yılında bölünen ve hala kanın gövdeyi götürdüğü Sudan’a benzetebiliriz. Federal Cumhuriyet biçimiyle yönetilen Nijerya’da şeriat yanlısı bu örgüt Nijerya’nın kuzeydoğu bölgesine konuşlanırken en belirgin odakları da güney kesimlerde yaşan petrollere sahip Hristiyan kitledir. Boko Haram Nijerya’nın ciddi bir kesmini tarumar ederken arkasında duranları da ciddi manada bizlere düşündürüyor. 

HAMAS

Tam ismi Harakat al-Muqawama al-İslamiyye olan Filistin'de propaganda, askeri ve siyasi olmak üzere üç kola sahip olan paramiliter terör örgütüdür hatta Filistin’de bulunan paramiliter örgütlerin en büyüğüdür. Kuruluşu 1987’ye dayanan Hamas’ın merkezi Filistin’in Gazze kentinde bulunmaktadır. Filistin parlamentosunda çoğunluğu elinde tutan Hamas, Birlşemiş Milletler, Avrupa Birliği, Birleşik Krallık ve birçok ülke tarafından terör örgütü olarak tanınmaktadır. Örgütün kurucusu ve en bilinen lideri Şeyh Ahmed Yasin Mart 2004’te füzeli bir saldırıda öldürülmüştür. Daha sonra yine kurucular arasında yer alan Abdul Aziz al-Rantissi’nin Nisan 2004’te bir suikastten önce liderliği deşifre olmuştur. Başlangıçta ise Mısır’ın Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kanadı olarak kurulmuştur.

 Görünürde bir direniş hareketi gibi algılanabilir fakat Hamas’ın manifestosunda, bulduğun her yahudiyi öldüreceksin maddesi Hamas’ı ayan beyan terörizm kanadına çekmektedir ve birçok eylemlerinde Filistin’in zararına hareket ettiklerini söyleyebilirim. Ayriyeten belirtmem gerekiyor ki, Hamasın tüzüğünde Yahudi devletiyle kalıcı bir barışın yasaklandığı da yazmaktadır. Canlı bomba saldırıları, roketli saldırılar sınır ötesinde yüzlerce İsraillinin ölümüne neden olmuştur. Sivilleri katleden ve öldürme odaklı olan bu terör örgütünün finansmanını ise, Göç etmiş zengin Filistinliler, İran Hükumeti ve Körfez ülkelerinin sağladığı bilgisi de ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından sağlanmaktadır.

***

Suçsuz insanların ölümüne neden olan her türlü terörizm faaliyetlerini tekrardan lanetleyerek yazımı noktalıyorum ve yine belirtiyorum ki mürekkebin akmadığı yerden kan akar.

 

11 Haziran 2020 Perşembe

DÜNYA'DA TERÖR ÖRGÜTLERİ

                                                   DÜNYA'DA TERÖR ÖRGÜTLERİ   




Yeryüzünde devletin olduğu her coğrafyada mutlaka yönetim anlamında farklı görüşler ve fikir 
ayrılıkları vardır. Özellikle bahsedeceğim üzere Orta doğu ülkelerinde. İnsanlar; söz haklarının dikkate alınmaması, eylem haklarının ellerinden alınması, halka yapılan baskı, birtakım özgürlüklerin kısıtlandırılması vb. konularda terörizme meyil etmektedir. Kesinlikle bu demek değildir ki, terörizm kavramını meşru olarak değerlendirebiliriz. Terörizme bir tanım getirecek olursak; bir grubun resmi yönetimler karşısında dini, siyasi ya da iktisadi faydalar güderek, içerisinde şiddet barındıran, amaca giden her yol mübah felsefesiyle işleyen bir terimdir Kısaca ve genel olarak terör örgütlerinin merkezlerinin demokrasi anlayışının bulunmadığı ülkelerde ortaya çıktığını söyleyebilirim. Bu örgütler yalnız yazdığım gibi eşitsizlik ve adalet kavramlarının noksanlığından doğmamıştır. Sadece ülkelerinin benimsediği sistemin değişmesi için bile silahlanan güruhlar, adeta piyon misali kullanılan halkların olduğuna tanık olmuşuzdur. Kimi ülkelerde ise terörizm olgusunun yaratılabileceği ortam bazı emperyalist ülkelerin menfaatleri çerçevesinde 3. Dünya ülkelerinde yaratılmıştır. Basit bir örnek vermek gerekirse dünyanın en güçlü silah sanayine sahip olan Amerikadır. Birleşik Devletler, İran ile kriz yaşadıktan sonra Irak-İran arası terörizm bunalımına sebep olmuştur. Bu noktada Irak'a silah satan Amerika, silahlarına kriz yaşadığı İran'ı da muhtaç bırakıp onlara da silah satmıştır.

Terör örgütlerinin her birini yazımın başında lanetlediğimi belirterek, Hak, hukuk ve hürriyeti benimsemeyen her ülkeyi de kınıyorum.



EL KAİDE

El Kaide terör örgütü 1988 yılında Pakistan sınırları içerisinde Usame Bin Ladin tarafından kurulmuştur. Faaliyetlerine geçmeden önce benimsedikleri ideolojilerden bahsetmek istiyorum. El Kaide'nin fikir babası, Usame Bin Ladin'in de etkilenmiş olduğu Abdullah Azzam'dır.
El Kaide'nin kuruluşunda ilan edilen belgede amacı "Allah'ın ismini yüceltmek ve Allah'ın dinini muzaffer kılmaktır" olarak belirtilmiştir. Tabi bu söylem yaşanacakları şirin gösterme ve meşru kılmaya çalışma gayesinden başka bir anlama gelmiyor. Azzam'a göre üzerinde uğraşılması gereken konu, eskiden müslümanların elinde bulunan ve o dönem gayrimüslimlerin himayesindeki toprakların tekrardan müslümanların ele geçirmesi. Bu bağlamda, Usame Bin Ladin ile Azzam'ın fikirleri çatışmaktaydı. Arkasına arap mücahitlerini de alan Usame Bin Ladin, arap ülkelerinde islamın devlet yönetiminin başına geçmesini hedefliyordu. Hülasa, şu an Ümmetçilik, Hilafetçilik ve Cihatçı Selefilik gibi ideolojileri benimsemekteler.

11 EYLÜL SALDIRISI

El Kaide, 11 Eylül 2001'de vuku bulan uçak kaçırma ve saldırı eylemini üstlendi. Bu sansasyonel olay sadece Amerika değil birçok Dünya devleti tarafından tepkiyle karşılandı. Yaşanan elzem hadisede 2996 kişi hayatını kaybetti. Olay, Amerikan iç hatlar uçuşlarına ait 4 uçağın kaçırılması ve bir uçağın Amerika Savunma Bakanlığı'na düşürülmesi suretiyle gerçekleşti. İki uçak Dünya Ticaret Merkezi'nin iki kulesine çarptırılırken, Beyaz Saray'a düşürülme planı olan bir uçakta da yolcuların ayaklanması nedeniyle uçak, Pensilvanya'ya açıklarına düştü. Yaklaşık 8 yıl öncesinde Dünya Ticaret Merkezi yine El Kaide tarafından bomba yüklü kamyonetle saldırıya uğramıştır. O zamanın saldırısında ise 6 ölü ve 1000 civarında yaralanma oldu.

11 Eylül saldırısından sonra dönemin ABD Başkanı George W. Bush, önce Afganistanı sonra da Irak'ı işgal etti. Afganistan'da NATO bir araya geldi ve El Kaide kampları yok edildi. Taliban rejimi yenilgiye uğratıldı. Afganistan'da ilk defa demokratik hükumet kuruldu.

TESİR KUVVETİ
El Kaide, Avrupa, Asya ve Afrika'da dolaylı veya doğrudan birçok karışıklığa neden oldu. Somali, Bosna Hersek, Arap Yarımadası, Afganistan, Hint Altkıtası, Irak, ve Suriye'de faaliyette bulundular. Dünya'da: Başlıca Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Birleşik Krallık, Amerika, Avustralya, Rusya ve Türkiye olmak üzere birçok ülke El Kaide'yi terör örgütü olarak tanımaktadır. Amerika Savunma Bakanlığı Sözcüsü Jim Gregory, 2011 yılında tahminlere göre 3000-4000 arası El Kaide üyesi olduğunu raporlarına istinaden beyan etti.

AFGANİSTAN'DA YAŞANANLAR ve TALİBAN İLİŞKİLERİ
1996 yılında Afganistan'ın başkenti Kabil'i ele geçiren Taliban, Afganistan İslam Emirliği'ni kurdu. 1998 yılında neredeyse Afganistanın %90'ına nüfuz ettiler ve 2001 yılına kadar iktidarda kaldılar. Bu dönemde El Kaide ise Taliban tarafından kollanmaktaydı.





TALİBAN
1994 yılında kurulan Taliban'ın kaynaklara göre kurucusu Molla Ömer'dir. Görünüşte radikal islamcılık ideolojisini benimseyen Talibanın yapı taşı, kökeni İranlı olan Sünni Peştunlardır. 1996 yılında ise Afganistan'da mevcut hükümetin zaaflarından faydalanarak ülke yönetimini ele geçirdiler. Yapı taşı kısmını biraz açacak olursak, kendileri Pakistan'ın medrese eğitimi görmüş öğrenciler ve Peştun mültecilerden oluşur. Esasen Taliban kelimesi de Arapça 'öğrenciler' anlamına gelmektedir. Taliban'ın tesir alanında şeriat kuralları uygulanıyordu. Kız çocuklarının eğitim hakkı ellerinden alınmış, müzik ve sinema gibi sosyal aktiviteler yasaklanmış ve halka açık idamlar gerçekleştirilmiştir. Bunların yanı sıra ise erkeklere sakal, kadınlara ise peçe takma zaruriyeti getirilmiştir. Getirilen bu kuralların denetimi içinse Din polisi adlı bir şube oluşturulmuştur. O günlerden bu günlere bu günlere gelen Taliban, Afganistan'da hala varlığını sürdürmektedir. Fakat Taliban'ı terör örgütü olarak tanımayan da birçok devlet vardır.
11 Eylül saldırılarından sonra 2001 yılında bölgeye intikal eden Amerikan askerleri, günümüzde yapılan müzakereler çerçevesinde 29 Şubat 2020'den itibaren yavaş yavaş çekilmeye başlamıştır. Bu uzun süreç içerisinde Amerika 2400 askerini kaybetmiştir. Çekilme kapsamında geride bırakılacak olan Amerikan üslerinin  nihayeti hala bilinmezliğini koruyor. Geri çekilmenin nedenini ise Amerika'nın Taliban'a karşı duyduğu güvensizlikle açıklayabiliriz.



İRLANDA ULUSAL KURTULUŞ ORDUSU (Irish National Liberation Army)

INLA, İrlanda'da kurulmuş olan paramiliter örgütlerin en etkililerinden biridir. Baktığımız zaman asıl problem Birleşik Krallık ile yaşanan ideolojik çatışma. İrlanda'da marksist görüşü benimseyen bu paramiliter örgütün gayesi Kuzey İrlanda'nın, İrlanda Cumhuriyeti ile birleşerek sosyalist İrlanda'yı kurmaktır. Başlangıçta örgütün baş rolünde Sinn Fein vardı. Mücadele bayrağını daha sonra İrlanda Cumhuriyetini ilan edecek olan Eamon de Valera'ya teslim etmişti.

İlk başlarda İrlanda Cumhuriyetçi Sosyalist Parti üyelerini saldırılardan korumak amacıyla kurulan grup,en etkili dönemlerini 70'lerin sonunda ve 80'lerin başında yaşamıştır.

Örgüt, 24 yıl süren silahlı mücadeleden sonra ateşkes imzaladı. 2009 yılında silahsızlanmayı sağlayıp süreci barışçıl yollarla devam ettireceğine dair resmen söz verdi.

1974 yılından beri asker, politikacı, Avukat Airey Neave dahil 120 kişinin ölümünden sorumlu tutulmuşlardır.

Siyasi olarak mücadelelerini hala devam ettiren bu güruhu şu an sadece Birleşik Krallık terör örgütü olarak tanımaktadır.

***

İki bölüm olarak tasarladığım Dünya'da Terör Örgütleri başlıklı yazımın ikinci bölümünü kısa süre sonra yayınlayacağım.

Mürekkebin akmadığı yerde kan akar.

Sorup, sorgulamanız dileğiyle. Sağlıcakla kalın, esen kalın.

Alper Turaç




8 Haziran 2020 Pazartesi

İSMET İNÖNÜ DÖNEMİ TÜRKİYE (1938-1950)

İsmet İnönü Dönemi Türkiye (1938-1950)

Yazımda otoriteler arası derin tartışmaların olduğu, bir yanda siyasi hayatını hayli acımasızca eleştirenlerin bir yanda ideolojiye tutunup bireylerin farklılığını unutanların ve öbür yanda pragmatistlerin oluşturduğu bermuda şeytan üçgeninin ortasında kalan İsmet İnönü'nün siyasal hayatı üzerindeki gri bulutları dağıtmayı amaçlıyorum. Merceğimi objektif biçimde kullanarak, artıları ve eksileriyle paylaşıp farklı görüşlere yer vereceğim.



İSMET PAŞA MİLLİ ŞEF OLDU

Ulu önder Atatürk'ün vefat ettiği günden bir sonraki gün olan 11 Kasım 1938 tarihinde İsmet İnönü TBMM'nin oy birliği ile cumhurbaşkanı seçildi. Atatürk'ten sonra cumhurbaşkanı olmak demek devasa bir sorumluluğun altına girmek demekti zira vefatının ardından rejimi sekteye uğratmaya çalışacak karşıt görüşlüler çıkacaktı. İsmet İnönü ise bunların farkındaydı. Atatürk kadar karizmatik bir lider olmasa da cephelerde önemli rol oynayan olan ve politik gücü yüksek olan komutan 1950 yılına kadar tek başına ülkeyi yönetmeyi başarmıştır.

26 Aralık 1938'de toplanan CHP'nin Üçüncü Büyük Kurultayında önemli bir olay cereyan etti. Bu Kurultayda İsmet İnönü değişmez genel başkan oldu ve 'Milli Şef' sıfatını aldı.

İsmet İnönü, Atatürk'ün son başbakanı olan ve kendisiyle fikirleri son derece zıt olan Celal Bayar ile 2 ay devletin zirvesindeki iki isimden biriydi. Bununla birlikte Celal Bayar'ın kurduğu yeni kabinede iki önemli değişiklik yapılmıştı. Dahiliye Vekili Şükrü Kaya yerine Refik Saydam ve Hariciye Vekili olan Tevfik Rüştü Aras görevden alınıp Şükrü Saraçoğlu getirilmişti. Buradan farklı politikaların izleneceği sinyali besbelli alınmıştı fakat tartışmaların başladığı nokta da burasıdır.

I. İNÖNÜ MÜNAKAŞASI

Belirttiğimiz tasfiyeler gerçekleşti, peki bu soru işaretlerinin sığmadığı olayı kimler nasıl yorumladı? Yazar Mustafa Armağan'ın 4 Şubat 2019'da HK ile yaptığı röportajda bu konuyla alakalı demecini aynen alıntılıyorum."1930’lardan itibaren hazırlanan İnönü, 1939’da yaptığı seçimle Atatürkçü diyeceğimiz kadroyu hem iktidardan hem CHP’den tasfiye etti. Şükrü Kaya ki, Atatürk döneminin neredeyse değişmez İçişleri bakanı, bir kalemde gitti." Bunları söyleyen Mustafa Armağan, 2017 yılında paylaştığı bir yazıda Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Şimdi Prof.Dr. İlber Ortaylı ise 2012 yılında Takvim gazetesine verdiği demeçte Tevfik Rüştü Aras ve Şükrü Kaya'nın İsmet İnönü'nün aleyhtarlığını yaptığını söyledi. 1937 yılında İsmet İnönü'nün görevden alınmasında etkili olduklarını da ekledi. Tabii ki farklı bakış açılarından yine de farklı yorumlar yapılabilir

NELER OLDU, NELER BİTTİ?

Bu başlık altında bahsetmem gereken ilk şeyin İnönü'nün adının mutlak suretle öne geçirilmesi olduğunu düşünüyorum. Resmi kurumlarda Atatürk fotoğrafı yerine İnönü fotoğrafları asıldı. Atatürk'ün resimleri paralardan çıkartılarak İnönü'nün resimleri paralara eklendi. Heykelleri dikildi,

Birçok fabrika açıldı, özellikle mesleki ve teknik eğitim alanında gelişme olduğunu söyleyebiliriz. Öte yanda ise kapıda 2. Dünya Savaşı vardı. Ekonomik kalkınma sağlanamadı diyebiliriz birazdan okuyacağınız şekilde.

DÖNEMİN EĞİTİM POLİTİKASI

İsmet İnönü Dönemi 17 Mayıs 1940, Köy Enstitüleri Projesi 3803 sayılı kanunla hayata geçirildi. Atatürk döneminde olduğu gibi köye yönelik eğitim uygulamaları ile toplumsal yapının değişmesi için emek harcandı. Köyde rehberlik etmesi beklenen, önderlik kabiliyetleri olan ve idealist öğretmenlerin yetiştirilmesi amaçlandı. Bu projenin ışığını evvela Atatürk'ten aldığını, döneminde açılan Köy Muallim Mektepleri, Köy Eğitmen Kursları ve Köy Öğretmen Okullarından anlayabiliriz. İsmet İnönü'nün bu konudaki çabasını da desteğini de göz ardı edemeyiz. Emekleri unutulmaması gereken kişilerden biri de dönemin Maarif Vekili Hasan Ali Yücel'dir. Dönemin tarım özellikleri ise hala Osmanlı'dan kalan ekstansif tarımdan (ilkel) ibaretti. Hala tartışılan bu toplumsal değişim hareketinin tartışma temelindeki farklı düşünce sınıf bilincinin oluşacağı köylü endişesi korkusuydu. Köy Enstitüleri bu tartışmaların gölgesinde Fakir Baykurt, Talip Apaydın gibi Türk Edebiyatının önemli yazarlarının yetişmesinde rol oynamıştır. Türkiye'nin Dünya eğitim tarihine kazandırmış olduğu bu özgün model döneme damgasını vurmuştur.

İLK AYRICALIK

Türkiye yabancı bir ülkeye ayrıcalık tanıyan ilk ikili anlaşmayı 1 Nisan 1939 yılında Amerika Birleşik Devletleri ile imzaladı. 5 Mayıs 1939 yılında uygulamaya alınan bu anlaşmada Amerika'ya "gerek ithalat ve ihracatta ve gerekse diğer bütün konularda en ziyade müsaadeye mazhar millet statüsü" verilmişti. Bu anlaşma yapıldığında hastalığının en ağır zamanlarında "Ayrıcalık tanıyan ve bağımlılık doğuracak dış anlaşmalar yapılmamalıdır" biçiminde ve vasiyet niteliğinde olan bu öneriler Atatürk'e aitti ve Atatürk öleli henüz 4,5 ay olmuştu. 1942 yılında ise İngiltere, Almanya ve Fransa'dan da alınan borçlar sonucu Türkiye Cumhuriyeti Hazinesinin borç yükü %266 oranında artırılıyordu.

DEMOKRATİKLEŞME YOLUNDA ÖNEMLİ ADIM

Dönemin şüphesiz en önemli olayı olan çok partili hayata geçiş adımları CHP'yi denetleyecek bir grubun oluşturulmasıyla başladı. Ne yazık ki bu dönem atılan ilk adım faydasızdı. Zira hükumeti denetleyecek olan bu grup doğrudan CHP'nin denetimindeydi. Demokratikleşme yolunda asıl ciddi ve kalıcı olacak girişim 1945'de iç ve dış dinamiklerin etkileriyle gerçekleşti.

İsmet İnönü'nün bu yönde adım atmasındaki etkenlerden biri olan iç dinamizmi açarsak, 2. Dünya Savaşı yıllarında uygulanan ekonomik politika; kırsal kesimlerde yaşayanları, esnaf ve tüccar sınıfını zor durumlara sokmuştur ve bu kesimlerden tepki çekilmiştir. Bir başka faktörde İsmet İnönü'nün, Atatürk'ün izinde bir devlet adamı olarak bilinmesi ve bu konuda kemalist ilkeleri özümseyerek hareket etmedi demokratikleşmeyi hızlandırmıştır.

Demokratik adımlar

İsmet İnönü Dönemi Demokratik adımların atılmasında önemli olan dış dinamizm, 2. Dünya Savaşını demokratik ülkeler blok'unun kazanmış olmasının kaynağıdır. Türkiye; Amerika, Fransa ve İngiltere'nin oluşturduğu yeni denge içerisinde yerini almak zorunda kalmıştır. Batıya bu yönelişin hız almasını sağlayan bir etken daha vardı, o da Josef Stalin. Stalin'in Sovyetler'i; Ardahan, Kars ve Artvin'i isteyen ve Boğazların ortaklaşa savunulmasını öneren bir ültimatom verdi. Bunun üzerine Türkiye'nin batı ile ilişkileri daha da güçlendi.

19 Mayıs 1945'de savaş sona erdikten sonra İsmet Paşa, demokrasiye geçileceğini açıkladı. Böylelikle, çok partili siyasi hayata geçişte ciddi bir adım atılmış oldu. Bunu tamamlayan en önemli gelişme, CHP Meclis Grubu başkanlığına verilen Dörtlü Takrir oldu. Dörtlü Takrir, Celal BAYAR, Refik KORALTAN, Fuat KÖPRÜLÜ ve Adnan MENDERES'ten oluşuyordu. Daha sonra muhalif yazılar yazmaları gerekçesiyle Adnan Menderes ve Fuat Köprülü partiden ihraç edildi, Bu olaya tepki gösteren Refik Koraltan da onlarla aynı kaderi paylaştıktan sonra. Celal Bayar'da partiden istifa etti. Ilımlı havalardan sonra bu dörtlü 1946 yılında Demokrat Parti'yi kuracak ve Türkiye'de demokrasi geçiş çabaları geri dönülmez bir yola girecektir.

İsmet İnönü Dönemi Yazımızda daha önce de bahsettiğimiz gibi savaş yıllarında ihmal edilen kırsal nüfus ve yine savaştan olumsuz etkilenen esnaf-tüccar sınıfı için bir umut ışığı olan Demokrat Parti, aynı zamanda da demokrasi bekleyen aydın kesiminde ilgisini çekmiştir.

SEÇİMLER

21 Temmuz 1946'da ilk dereceli ve çok partili seçimler yapılmıştı. Kuşkular yaratan açık oy, gizli tasnif esasına göre yapılan bu seçimlerde CHP 390, DP 66 ve Bağımsızlar 7 milletvekili çıkarmıştır. Seçimlerden sonra İnönü, partisinde kan değişikliğine gitti fakat Demokrat Parti'nin ilerleyişini durduramadı. 14 Mayıs 1950 yılında yapılan, gizli oy, açık tasnif esasları gözetilen ikinci seçimde bu kez Demokrat Parti üstünlüğünü sağlamış ve 23 yıl süren CHP iktidarı sona ermiştir.

Metin Aydoğan'ın 88. Baskıdaki 'BİTMEYEN OYUN' Adlı Kitabından Alıntı

27 Şubat 1947 tarihli "10 milyon dolarlık kredi anlaşması"nın yapıldığı günlerde, Türkiye Cumhuriyeti'nin hemen hiç dış borcu olmadığı gibi Devlet Hazinesi'nde 245 milyon dolarlık altın ve döviz stoğu bulunuyordu. Hazine'nin elinde bunca döviz varken Kurtuluş Savaşı'nın Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde; 10 milyon dolarlık bir kredi için bunca ödün vermesini konuyla ilgili birçok insan yalnızca o dönemde değil bugün bile anlayamamıştır.

İsmet İnönü Dönemi yazımızda Askeri başarılarından ötürü minnettar olup ve müteşekkir kaldığımız İsmet İnönü'nün 1938-1950 yılları arasındaki çalkantılı siyaset hayatını KISMEN, farklı kaynaklar kullanarak derledim


ve değerlendirmeye çalıştım.

KAYNAKÇA

Şevket Süreyya Aydemir - İkinci Adam

Metin Aydoğan - Bitmeyen Oyun

Hikmet Bila - CHP "1919-1999"

İsmet İnönü aydınlık.com

http://www.ait.hacettepe.edu.tr/egitim/ait203204/II11.pdf

Alper Turaç

NAZIM'A DAİR

NAZIM'A DAİR

Toplum içerisinde ötekileştirmeden payını alanlardan biri olan Nazım Hikmet Ran yıllarca taraflar arasında sanatçı kimliği hiçe sayılarak birçok tartışmaya neden olmuştur. Kimileri vatan haini ilan ederken kimileri ise yurtseverliğini savunmuştur. Yazımızda ince eleyip sık dokuyarak objektif biçimde hem hayatından kesitler aktarmaya hem de tartışmaların üstünü çizip şeffafiyet altında ezberleri bozmaya çalışacağız.

Nazım Hikmet Ran, 1902 yılında Selanik’te dünyaya geldi. Babası Hikmet Bey çeşitli illerde valilik yapmış ve Osmanlı Hariciyesi’nde (Günümüz Dışişleri Bakanlığı) çalışmıştır.  Annesi Celile Hanım ise ilk kadın ressamlarımız arasında yer alan kültürlü ve sanatçı ruhlu bir kadındır. Bu aydın kişiliklerin Nazım üzerinde mutlak etkisi tartışılamaz.

Türk basın tarihinin önde gelen isimlerinden olan ve Nazım Hikmet'i çok iyi tanıyan Zekeriya Sertel, Mavi Gözlü Dev: Nazım Hikmet ve Sanatı adlı eserinde ilk şiirini 11 yaşındayken evlerinin karşısında çıkan yangından etkilenerek yazdığını beyan ediyor. "Yanıyor yanıyor müthiş tarrakalar. Çekiyor, ağuşuna bu advi beşer, haneler, yetimler, fakirler..."

Nazım 16 yaşındayken kız kardeşinin kedisine yazdı. Bu şiire Yahya Kemal'in sıra dışı tepkisini Nazım yıllarca anlatmıştır.  "Yahya Kemal anama sevdalıydı sanırsam. Evde şiirlerini okurdu anama. Şiirimi gösterdim, kedinin kendisini görünce "Sen bu pis, uyuz kediyi övmesini biliyorsan şair olacaksın" dedi. (Sertel a.g.e s. 17)

Nazım Hikmet 1917’de girdiği Heybeliada Bahriye Mektebi’ni 1919’ stajyer güverte subayı olarak atanır. Mezuniyetine üç ay kala geçirdiği bir hastalık nedeniyle 17 Mayıs 1920'de Bahriye’den ayrılır.

KURTULUŞ SAVAŞINDA

Bahriye'den ayrıldıktan sonra milliyetçi şiirleri ön plana çıkan Nazım, işgalcileri taşlayan ve direniş fitilini ateşlercesine yazdıklarıyla tüm kamuoyunun dikkatini çekti.

1921 yılında Mustafa Kemal Paşa'ya silah kaçıran gizli bir örgütün yardımıyla Sirkeci'den Yeni Dünya vapuruna dört şair hattı zatında dört arkadaş bindi: Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Vala Nurettin ve Nazım Hikmet.

İnebolu’ya vardıklarında Ankara’ya geçebilmek için izin beklemek zorunda kaldılar beklenen izin ise sadece Vala Nurettin ve Nazım Hikmet’e verildi. Yusuf Ziya ve Faruk Nafiz polis tarafından İstanbul'a geri gönderildiler.

SPARTAKİSTLER

Nazım Hikmet kimdir? sorusunun cevabının temelinde belki de Spartakist olarak adlandırılan ekip var. Henüz Ankara'ya geçmeden yani Nazım İnebolu'dayken Nazım gibi izin bekleyen Almanya'dan gelen genç öğrencilerle tanışmıştı. Aralarında Sadık Ahi ve Nafi Atuf'un bulunduğu bu ekip Spartakistler olarak isimlendiriliyordu. Marx ve Engels'i öven, Sosyalizm'i savunan ve Türkiye'nin Misak-ı Milli sınırlarını ilk tanıyan ülke olan Sovyetler'den bahsediyorlardı. Nazım bu düşüncelerden çok etkilenmişti ve sol görüşünün temelleri oturuyordu.

Bu gruptan çok etkilenen Nazım, Ankara'da da birçok kez onlarla buluşup Lenin'in, Engels'in üstüne sohbetler edip Marksizm üzerine derin tartışmalara katılmışlardır.

ATAMAYLA İLGİLİ FARKLI AÇIKLAMALAR

Ankara'da bir süre kaldıktan sonra Nazım Hikmet Bolu'ya Türkçe Öğretmeni olarak atandı. Arkadaşı Vala Nurettin de onun gibi Bolu'ya Fransızca Öğretmeni olarak atandı. Peki bu atamanın nedeni ne idi? Gazeteci Uğur Oral 1 yıl önceki yazısında, Nazım Hikmet  şiirlerinden ötürü mecliste yaşanan bazı tartışmaların buna neden olduğunu belirtiyor lakin yazısında bu olayla ilgili net bir kaynak belirtmemiş. Buna karşın Bolu Gündem Gazetesinin 16 Aralık 2010 tarihinde yayınladığı, Mehmet Tunçkol tarafından hazırlanan Nazım Hikmet'in Bolu Yolculuğu adlı yazıda geçen kısmı alıntılayarak paylaşıyorum "Meclis’te Matbuat Müdürü Muhiddin Bey ve Tedrisat-ı Taliye (Orta öğretim) müsteşarının görüşleri, bu iki genç şairin eğitim ordusunda değerlendirilmesi yönündedir."

ZORLU MOSKOVA YOLCULUĞU

Öğretmen olarak atandıktan sonra şeyhlerin, ağaların bulunduğu Bolu'da camiye gitmeyen bu iki genç zor günler geçirdi. Bolu Ağır Ceza Mahkemesi Reisi olan Ziya Hilmi bu iki genci orada koruyup kolladı. Daha sonra Nazım ve Vala daha iyi bir eğitim almak isteyecek ve Ziya Hilmi'nin tavsiyesiyle Moskova'ya gitmeye karar verdiler. Önce Batum'a gidip ardından Tiflis'e oradan da Moskova'ya geçmeyi umuyorlardı fakat Batum'da beklediklerinin aksine kabaca karşılandılar ve yolcukları sefalet içerisinde 11 gün sürdü.

MOSKOVA'DA NAZIM

Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne yazıldılar. Nazım Moskova'da aile dostlarının kızı olan Nüzhet Hanımla evlendi. Okulun yanında şiir yazmaya da devam eden Nazım'ın Sovyet şairi olan Mayakovski'den etkilendiği ileri sürülüyor. Rusça'yı öğrendikten sonra geçmişi hiçe sayarak her şeyi gelecekte gören Fütürizm akımının etkisi altında yazılan devrimci şiirleri takip etti. Devrimin birçok önderinin toplantılarına erişme şansı bulan Nazım, Troçki'ye büyük hayranlık duyuyordu lakin gözdesi Lenin'di

AYDINLIK DERGİSİ

Moskova'da olgunlaştıktan sonra Türkiye'ye döndü. Burada benzer düşüncelere sahip olduğu kişilerin Aydınlık Dergisinde yazmış olduğunu görmüştü. Nazım'da burada şiir yazmaya başladı ve şiirlerin temelini emperyalizm düşmanlığı ve devrim oluşturuyordu.4 Mart 1925'te çıkarılan Takrir-i Sükun kanunundan sonra Aydınlık dergisi kapatıldı ve derginin çevresindekiler tutuklandı. Mahkemeye getirilemeyen Nazım, İstiklal Mahkemelerinden 15 yıl ceza aldı fakat annesinin yardımıyla Moskova'ya döndü.

MOSKOVA'DA NAZIM II

Bu sefer Moskova'da eğitim aldığı üniversitede ders veriyordu. Bir süre sonra Türkiye'de Cumhuriyeti'in 3. y Yıldönümü dolayısıyla genel af çıkacağı bilgisinden haberdar oldu ve genel af çıktı 15 yıllık cezası kaldırıldı. Bunlar yaşanırken Nüzhet Hanım sağık problemleri ve aile sebepleri yüzünden İstanbul'a dönmüştü, Nazım ise Lena diye seslendiği bir Rus kadınla evlenmişti. Nüzhet Hanım ise İstanbul'da bir Felsefe öğretmeniyle.

EVE DÖNÜŞ

Nazım'ın cezası kalkmasına kalkmıştı fakat elçilikten bir türlü vize alamıyordu. Biçare, sahte kimlikle yurda dönmesi gerekiyordu. Önce Batum'a geçti ardından sınırı geçerek Hopa'ya yürüdüler. Girdiği bir bakkal durumdan şüphelenerek karakola ihbar etti Nazım'ı. Sorgusu yapıldıktan sonra Cezaevi'ne gönderilmesiyle beraber kendisi pasaportsuz geçiş yapmak, başka kimlik kullanmak, anayasayı değiştirme teşebbüsü ve azınlıkları kışkırtma suçlarından yargılanacaktı, idamı isteniyordu.

Duruşmada hakim, başka bir suçtan mahkumiyetinin olup olmadığının araştırılması biçimde elleri kelepçeli İstanbul'a gönderdi. Oradan sonra'da Ankara'ya. 4 ay boyunca tutuklu olan Nazım Hikmet'in son celsede tahliyesine karar verilmişti.

İstanbul'a döndüğünde Zekeriya Sertel'in dergisi Resimli Ay'da yazmaya başlamıştı bir süre sonra Rusya'daki karısı Lena'nın ölüm haberini alan Nazım kendini daha çok şiire vurmuştu.

Nazım Hikmet'in Atatürk İle İlişkisi

Nazım'ın sesinden şiir dinleyen Atatürk çevresindeki edebiyatçılara "Bu şair sizlere benzemiyor" dedi. "Kendisini yakından tanımak isterim, bulup getirsinler" diye ekledi. Bunun üzerine Nazım'ın evine giden polis bu talebi iletse de " Ben deniz kızı Eftelya değilim" yanıtını aldılar. Tepki göstermesi beklenen Atatürk, ters bir reaksiyonla "Aferin çocuğa, işte şair böyle olur." demişti.

SANCILI YILLAR

Nazım, Süreyya Paşa ile girdiği tartışmadan sonra komünizm propagandası yapmakla suçlanarak tazminat ve 4 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. 16 ay hapis yattıktan sonra çıkan afla özgürlüğüne kavuşur Nazım. O zamanlar tek mutluluğu, büyük aşkı Piraye ile 1935 yılının kışında evlendi. Hatta Nazım cezaevi'deyken soyadı kanunu çıktı. Nazım, Piraye'ye alacağı soy isimi kabul ettiğini ve taşıyacağını söylemesi üzerine Piraye 'RAN' soy ismini aldı.

MASUM ÖZGÜRLÜK MAHKUMU

Nazım Hikmet kimdir? Hayatının büyük bölümünü oynanan oyunların, kurmaca davaların karşısında idame ettiren, altını çizerek söylüyorum; sanatçıdır. 1938 yılından itibaren 12 yıl boyunca hapiste kalacak olan Nazım'ın özgürlük mahrumiyeti şöyle başladı:

İddiaya göre, Harp okulunda yapılan aramada bir öğrencinin yatağının altında Nazım Hikmet'in bir kitabı bulunmuştu. O kitabın kitapçılarda satışı serbestti lakin Nazım Hikmet ordu içinde komünizm propagandası yapmakla suçlandı. Bu olaydan sonra mahkeme Nazım'ı 15 yıl hapse mahkum etti. O içerideyken burada bir antrparantez açmak istiyorum, Piraye ile olan aşkı bitmedi ve sürekli mektuplaştılar, bu mektuplar günümüzde bile hala büyük ilgiyle okunmaktadır. İki çocuğuyla dışarıda kalan Piraye'ye içeride çeviriler yapıp buradan gelen paralarla geçimini sağlamıştır. Ta ki hapisten çıkma ümitleri yeşerdiğinde Pirayeyi  terk edene kadar.

Bu yıllarda yakınlarından Atatürk'e mektup yazıp yardım istemesi tavsiye edildi. Yazdı da... Fakat Atatürk'ün hastalığından ötürü mektup Atatürk'e ulaşmadı..

TAHLİYE

İkinci Dünya Savaşı sonrası esen özgürlük rüzgarları Nazım Hikmet'e ümit aşılıyordu. Türkiye'deki aydın kitle Nazım Hikmet'in sesini duyurmaya çalışıyor, imzalar topluyordu. Nazım'ın annesi elinde pankartlarla sokaklarda dolaşıyordu. Adeta Türkiye'nin en önemli iç meselelerinden biri olmuştu bile Nazım Hikmet. Birçok kez açlık grevine başlamıştı bu da ülke genelinde manşetlere yansıdı, sevdikleri ve dostları her seferinde araya girdi.

Bu arada Cumhurbaşkanlığına Celal Bayar'ın, Başbakanlık görevine ise Adnan Menderes gelmişti.Yeni hükumet af tasarısı hazırlamıştı fakat hükumetten bazı kişiler Nazım Hikmet'in af kapsamının dışında tutulmasını istemişti. Sonunda hükumet af kapsamına girmeyenler cezasının üçte ikisinin kaldırılması yoluna gitti. Nazım da cezasının üçte ikisini çektiği için 15 Temmuz 1950'de özgürlüğüne kavuştu.

MOSKOVA'DA NAZIM III

Hapisten çıktıktan sonra Nazım Hikmet'e suikast girişiminde bulunuldu. Henüz tahliye olalı üç ay olduktan sonra askerlik yapmaması gerekçe gösterilerek polis tarafından yeniden alındı Nazım. Hazırlıklarını tamamlaması için 1 haftası vardı. Sivas'ın Zara ilçesine gönderilecekti. Nazımın aklındaysa tek fikir vardı. Gidecekti.

Nazım Hikmet Komünizm'i savunmuştur. Komünizm nedir merak ediyorsanız makalemize buradan ulaşabilirsiniz.

Öncelikle Romanya'ya gitti ve orada çok büyük ilgi gördü ardındansa Moskova.. 23 yıl sonra ilk defa geri geldiği Moskova'da sevgi gösterileriyle karşılandı. Nazım Hikmet 25 Temmuz 1951'de Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Eşinin oğluyla birlikte Nazım'ın yanına gitmesi de engellendi.

Yurt dışına çıktıktan sonra uluslararası arenada çok etkin görevler ve saygın ödüller almaya başladı. 1952 yılının sonlarında ise artık Dünya Barış Konseyinin yönetici kadrosunda yerini edinmişti. Artık Nazım'ın savaş karşıtı şiirleri bestelenip, dünyaca ünlü şarkıcılar tarafından seslendiriliyordu. Moskova'daki günlerinde son büyük aşkı Vera ile de tanışmıştı ve 1960 yılında dünya evine girdi.

ÖLÜMÜ

Görmediği acı ve haksızlık kalmayan şairimiz deniz gözlerini geçirdiği kalp krizi neticesinde 3 Haziran 1963 gününde ebediyen kapattı.

“…yazılarım otuz kırk dilde basılır / Türkiye’mde Türkçemle yasak” - Nazım Hikmet

Yazarın tavsiye Nazım Hikmet romanı : Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim

Yazarın tavsiye Nazım Hikmet şiiri : Vatan Haini

 Alper Turaç